Keçi


Bir varmış bir yokmuş, bir başmış bir sonmuş, bir karmış bir donmuş, bir arıymış bir darıymış, bir reçelmiş bir balmış… Denizden karaya ayak basıp da yokuş yollar geçip de yükseğe en yükseğe çıkıldıkta hava başka, ruh başkaymış.

İşte orda, Kaz Dağları’nın yükseklerinde, birer orman mühendisi olan anne babasıyla Şahin diye bir oğlan çocuğu yaşarmış. Serin ve temiz rüzgârlarda uçurtma uçurur, çam ve meşe kokularıyla kendinden geçer, önünden akıp giden suda kağıt gemiler yüzdürür, sincapları fıstıkla palamutla besler; büyüyünce babası gibi olmak istermiş. Çünkü babası her şeyi bilirmiş. Annesi de bilirmiş ama babası yüksek ağaçlara tırmanmayı, uçurumlardan iple sarkmayı hatta keçiler gibi ortasından ırmak geçen kayaların birinden diğerine atlamayı da bilirmiş. Gerçi Şahin de ağaçlara tırmanırmış. Babasıyla birlikte uçurumlardan iple inermiş inmesine de bir tek kayadan kayaya atlayamıyormuş işte. “Ahh!” Çünkü korkuyormuş. Çünü kayaların arası çok açıkmış. Çünkü iki kayanın arasındaki ırmak deli deli, köpük köpük akıyormuş. Ayrıca korkmasa, atlamak istese bile babası atlamasına izin vermezmiş ki.

Fakat gel gör meraklı çocuğun aklında, ortasından ırmak geçen kayaların birinden diğerine atlamak varmış hep. Atlayamadığı için o kadar çok üzülmüş, bu işi o kadar çok dert edinmiş ki, kayadan kayaya atlamak gündüz düşlerine gece rüyalarına girmeye başlamış. Düşünde ve de rüyasında kendini iki kayanın arasında uçarken görüyormuş. “Hop!” Diye bir çırpıda burdan oraya atlayıveriyormuş. Bir oraya bir buraya atlayıp duruyor, kendini dünyanın en mutlu insanı gibi hissediyormuş. Değil mi ya? Bir insan kayadan kayaya atlayabildikten sonra daha ne istesin? Bunu başarabilen kişi bir keçi kadar çeviktir bir kere. Üstelik bir keçi kadar özgürdür de. Sözcüğü sözcüğüne böyle düşünmüyormuş Şahincik ama tam böyle hissediyormuş. Ne ki düşler ve rüyalar çok uzun sürmüyormuş. Uyanınca gene gerçekler onu mutsuz ediyormuş.

Annesi, güzel yavrusunun dertli olduğunu hissetmiş. Bir gün dizine oturtup ürkek çocuğunun ağzını yoklamış. Şahincik önce mırın kırın etmiş fakat sonra onu mutsuz eden şeyi olduğu gibi anlatmış. Annesi bakışlarını göğe çevirmiş. Gözlerini kısmış. Derin bir soluk almış. Düşünmüş, düşünmüş, düşünmüş… Sonunda oğlunun tam önüne tebeşirle bir çizgi çizmiş. Sonra dört adım öteye bir çizgi daha çizmiş.

“Benim karlar kadar ak, güneş kadar sıcak oğlum! Önündeki çizgiden öbürüne atla bakalım. Hadi!” demiş.

Şahincik, “Ne var ki bunda.” deyip atlamış.

Fakat sol ayağının topuğu çizgiye denk geldiği için tebeşirlenmiş.

“Olmadı.” demiş annesi tebeşirlenen topuğunu göstererek.

Şahin hırslanmış. Gene atlamış. Gene topuğu tebeşirlenmiş. Daha çok hırslanmış. Gene atlamış, gene atlamış... Altıncı atlayışında başarmış.

Annesine dönüp, “Atladım işte! Yaptım.” demiş.

Annesi, “Bir kere değil hep yapmalısın!” demiş.

Hırslı çocuk tekrar tekrar denemiş. Bâzen başarılı oluyor bâzen olamıyormuş. Annesi oğlunu bir ay boyunca böyle çalıştırmış. Bir ay sonra iki çizginin arasını çeyrek adım uzatmış. Böyle böyle her ay çeyrek adım çizgilerin arasını açmış. Babası da bu antrenmanları desteklemiş. Oğlunu yüreklendirmiş. Ailecek iki çizgi arasında sıçrayıp durmuşlar.

Aradan yıllar geçmiş. Ve inanır mısınız bilmem ama, işe dört adımla başlayan Şahin ilk gençlik yıllarına vardığında on hatta on beş adım uzağa atlayabiliyormuş. Babası bile bu kadar uzağa atlayamazmış oysa. Şahin her gün neredeyse hiç aksatmadan çalışmasının ödülünü almış. Çok güçlü, cesur ve çevik bir delikanlı olmuş. Ayrıca keçiler kadar özgürmüş artık. Kendini bir keçiden farksız görüyormuş. En az haftada bir gün sırt çantasını alıp Kaz Dağları’nın en yükseğine İda’ya tırmanıyormuş. Orda en tepedeyken gece boyunca yaktığı kamp ateşinin alevleri içinde çocukluğunu seyrediyormuş tatlı tatlı gülümseyerek. Keçi gibi ince sakalını sıvazlıyormuş, dağ havasını ciğerlerine çekerken. İşte öyle bir gece yukarıda konakladıktan sonra da geri geliyormuş. Sevgili anne ve babasına yükseklerden serin sular, lezzetli mantarlar, ekşi böğürtlenler, dağ çilekleri, kıpkızıl kızılcıklar getiriyormuş.

Eee! Anlaşıldı. Şahin ermiş muradına biz çıkalım her yanı dağlarla dolu yurdumuzdaki dağlardan birine. Gökten üç elma düşürelim, -sırf çalışsınlar diye- hımbıl ve tembellerin tepesine.


6 yaratı:

Can Anar dedi ki...

"Günaydın masalları" oldu bu güzelim masallar bana...
Susam sokağından sonra ne güzel çocukluğum oldu bu masallar...
Emin olunuz ki evlerde soruluyor annelere, babalara "Siz hiç masal okudunuz mu bana, anlattınız mı" diye ve annelere,babalara okunuyor masallar...
masal dede:)

cüneyt uzunlar dedi ki...

Dede de olacaz evet...

Teşekkürler...

ceylan dedi ki...

çok canı çekiyo insanın... taştan taşa sıçramak, ıslanmak bazen... şahinle oyun oynamak... sıçrama yarışı yapmak...

ellerinize sağlık masalcı dede :))

cüneyt uzunlar dedi ki...

Yaparsınız yaparsınız...

Daha çok gençsiniz...

Demet dedi ki...

elinize dilinize sağlık..okuyunca dağlara taşlara vurasım gidesim hoplayıp zıplayasım geldi yalan değil :)
hoşçakalın..

cüneyt uzunlar dedi ki...

Hoşça gidin dağlara...