Ben Aslında Bir Devim



Efendim mahallenin birinde Veli adında bir çocuk yaşıyormuş. Veli her yerde, “Bu kadar küçük göründüğüme bakmayın. Ben aslında bir devim.” diyormuş. Anne babası gülümsüyor, arkadaşlarıysa bazen tedirgin oluyorlarmış fakat gene de onunla çok dalga geçmiyorlarmış. Veli de yalan söylemiyormuş zaten. Gerçekten kendini dev zannediyormuş. Öyle ki sağı solu kırmamak ve kimseyi incitmemek için çok dikkatli davranıyormuş. Arkadaşları onu arsaya oynamaya çağırdığında çoğunlukla bir bahane uyduruyor gitmiyormuş. Çünkü bir dev olarak arkadaşlarına zarar vermekten çekiniyormuş. Bir yandan da onlar gibi küçük olmak, onlarla oynamak istiyormuş. Bâzen bunu o kadar çok istiyormuş ki bir dev olduğunu unutup koşa koşa arkadaşlarına katılıyor, hevesini alıncaya, doyuncaya kadar arsada oynuyormuş. Gece yatağında uykuya dalarken tekrardan bir dev olduğunu hatırlıyor arkadaşlarına zarar vermeden oynadığı için kendiyle gurur duyuyormuş. İnceliği ve hassaslığından dolayı kendini kutluyormuş. Değil mi ya! Dev elleriyle arkadaşlarını incitmeden ebeleyebilmek az şey mi? Sonra el sıkışırken bir dev olarak arkadaşlarının eline zarar vermemek az başarı mı? Sonracığıma arkadaşlarının kemiklerini kırmadan kucaklaşmak takdir edilmesi gereken bir incelik değil mi? Sonracığıma efendim, arkadaşlarını dev bir ağızla öperken yanaklarını acıtmamak ödüle lâyık bir nezaket sayılmaz mı? Velicik oyun günlerinin geceleri işte böyle düşüne düşüne, kendini seve seve uykuya dalıyor deliksiz uykular uyuyormuş.

Bir gün kendini kaptırmış arkadaşlarıyla oynarken, çocuklardan biri ceviz ağacına çıkmış. Başlamış ağlamaya. Çünkü aşağı inemiyormuş. Diğer çocuklar Veli’ye “Mâdem devsin! Devsin Mâdem! Mâdem indir onu o zaman mâdem!” demişler. Veli elini ağaçtaki arkadaşına uzatmış. Uzatmış, uzatmış… Bir türlü ulaşamamış. “Ama… Ama… N’oluyo bana ki?” demiş “Ben aslında bi devim. Devim ben.” Arkadaşları, “Dev olsaydın hemen uzanır indirirdin onu. Dev olsaydın. Olsaydın yani.” diye dalga geçmişler. O akşam eve yarı mutlu yarı üzgün dönmüş Veli. Olayı annesiyle babasına anlatmış. Anne babası, mutlu olması gerektiğini çünkü arkadaşlarıyla bundan sonra daha rahat oynayabileceğini söylemişler. O da dev olmadığını, sıradan bir çocuk olduğunu kabullenmiş. Birkaç şaşkın günün ardından arkadaşlarına benzemekten mutlu mesut, çocukluğunu sürdürmüş. Arkadaşları da kendilerine benzediği, kendini bir dev sanmadığı için Veli’yi bağırlarına basmışlar. Geçmişteki iddialarını pek kurcalamamışlar. Arada sırada dalga geçmişlerse de çok fazla üstüne varmamışlar. Gelin görün bu sefer de oynarken ölçüyü kaçırmaya başlamış Veli. Arkadaşlarının elini sıkarken, onlarla kucaklaşırken, yanaklarından öperken sertleşmeye başlamış. Çünkü artık normal bir çocukmuş. Dikkat etmesi, ince, nâzik olması gerekmiyormuş ki. Arkadaşlarıyla koşulları eşitmiş ya. Arkadaşları onu annesine babasına şikayet etmişler tabi. O da birkaç uyarıdan sonra ölçüyü yeniden bulmuş. İyi ki de bulmuş. Yoksa arkadaşsız kalacakmış. E! Yaramaz olduğu kadar da uslu bir çocukmuş Velicik. Neyse efendim böyle böyle geçmek bilmeyen uzuuun mevsimler geçmeye başlamış. Bizimki serpilmiş. Çok çoook büyümüş. Tam dokuz yaşına gelmiş. Yaramazlıkla usluluk karışmış şakacı, dik kafalı ve türlü marifetlerle dolu bir velet olmuş.

Gene arsada arkadaşlarıyla elim baş oynuyorlarmış. Üstü başı toz, çamur içindeymiş. Oyunun heyecanına kapılan arkadaşlarına kendini unutturmuş. Âniden kaybolmuş ortadan. Arkadaşları oyunun heyecanından Veli’nin nereye gittiğini fark etmemişler bile. Saat ilerlemiş. İkindi olmuş. Ardından akşam olmuş. Pencerlerden anneler avaz avaz bağırıyor çocukları eve çağırıyorlarmış. Ama hiçbiri eve gitmek istemiyor, her saniyeyi kâr sayıyorlarmış. Ve efendim çocuklar alacakaranlıkta misketleri yuvarlarken birden arsadaki molozların, yıkık duvarların arasından kocaman bir şey fırlamış ortaya. Çocuklar çığlık çığlığa kaçışmışlar. Bu bir devmiş. Üç belki dört insan boyundaymış. Kolları desen bir o kadarmış. Kafası desen biçimsiz kocaman bir şeymiş. Çocuklar titreyerek, “Anneeee! Anneeee! İmdaaaat! Devvv!” diye bağırarak kaçışmışlarsa da uzaktan arsaya bakmaya devam ediyorlarmış. Korkuyorlar yine de görmek istiyorlarmış devi. Hatta bazıları korkudan altını ıslatmış ama seyretmeye devam ediyorlarmış. Bazı anneler de görmüşler devi. Ellerinde kocaman sopalarla koşa koşa aşağı inmişler. Annelerden bir ikisi devin üstüne bile yürümüş. Dev de onların üstüne yürümüş. Anneler basmışlar feryadı. Terliklerini düşürüp kaçışmışlar. Çocuklar daha çok korkmuş. Feryat figan ile sulugözlü çığlıklar birbirine karışmış. Onlar bağırsın çağırsın dev birden yok olmuş. Hangi ara nereye gittiğini görememişler.

Neyse efendim, çok uzatmayalım. Bu heyûla, Veli’den başkası değilmiş. Uzun sırıkları ayaklarına ellerine takıp, kafasını delikli çuvalla örtüp, üstüne de kara çarşafları geçirince olmuş sana koca bir dev. Amacı dev olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamakmış. Peki anlamış mı? Galiba biraz. Ne kadar biraz? E! Bunun kantarı yok ki tartalım. Anlamış işte anlayacağı kadar. Fakat asıl küçükken kendini dev sanmasının sebebini anlamış. O da herkes gibi masallardaki devlerden çok korkuyormuş. Çünkü bu akşam arsadaki arkadaşlarının ve onlarının annelerinin yerinde olsa o da çok korkarmış. Uyumadan önce muzipce gülümsemiş “İyi ki dev diye bir şey yok. Yok iyi ki dev. Dev bendim. Dev benim.” diyerek uykuya dalmış.


Müzik: Baby Einstein/Nanas/Vals