Cinlerin Masalı


Bir varmış bir yokmuş. Gökte yıldız, denizde balık bolmuş. Hava temiz, güneş sıcak, dünya güzel, karınlar tokmuş. Efendim günlerden bir gün akıl almaz bir şey olmuş.

Yıldız Parkı’nın koruluğunda eli yüzü kırmızı, saçları yeşil, gözleri sarı; burnu düğme, kulakları kepçe, dudakları sicim; dili reçel, yüreciği şeker bir cin yavrusu mahsur kalmış. Ama nasıl? Onu dün buraya, farkına varmadan, bir afacan getirmiş. Afacan ağaçlara gerili hamakta masal okurken uykuya dalmış. Eski masal kitabının sayfası öylece açık kalmış. Tam o sırada masaldaki Cincik merakla kitaptan dışarı uzatmış başını. Sonra dışarı fırlamış. Herhalde hep aynı masalın kahramanı olmaktan sıkılmışmış. O sırada çocuk uykudan uyanmış. Masal kitabını kapamış, çantasına atmış. Ve Cincik dışarda kalakalmış. Eee n’olacak? Afacan masal kahramanının dışarda olduğunun farkına varamadan ailesiyle çekip gitmiş. Cincik de dönememiş masalına tabi. Artık gerçek dünyada ve yalnız başınaymış. Masalda küçük çocukların ürktüğü bir kahramanken şimdi kendisi ürkmekteymiş. Ahh! Hava da kararıyormuş giderek.

Sıcak hava serinlemeye, yapraklar kıpırdamaya başlamış. Kıpırdayan ve de hışırdayan yapraklardan ürkmüş Cincik. Bir sincap atlamış yere. Bir meşe palamudunu kapıp koşarak tırmanmış ağaca. Daldan dala atlayarak uzaklaşmış. Dallar sallanıp durmuşlar ardından. Sincaptan ve sallanan dallardan ürkmüş küçük cin. Sonra derenin orda bir köpek ulumuş, yakında kediler miyavlamış, uzakta puhu kuşu “huuu hu!” diye ötmüş, topraktaki kuru yapraklar foşurdamış. Hepsinden tek tek ürkmüş. Şekerden yüreciği erimiş sanki. Ne bilsin yaprakların kıpırdaması, sincapların koşturması, köpeklerin uluması, kedilerin miyavlaması ve gerçek dünyadaki bir sürü hareket, bir sürü ses korkulacak şeyler değildir. Masalını özlemiş. Eski masal kitabınının saman sarısı sayfalarına, mürekkep kokulu satırlarına dönmek istemiş. Ne çare! Hüzünle oturmuş toprağa gözlerinden mavi yaşlar dökülmüş. Düğme burnunu çeke çeke ağlamış.

O da ne! Kendisine yaklaşan ayak sesleri işitmiş. Güçlükle kendini çalıların arasına atmış. Yaklaşan her neyse ay ışığında belli belirsiz görünüyormuş. Ama belli ki yaklaşan şey, Cincik’in iki üç katı kadarmış. “Amman amman!” Cincik iyice sinmiş. Koca karaltı yaklaşmış yaklaşmış, yaklaşmış. Ay ışığı karaltının yüzünü aydınlatmış. Bu şey Cincik’e benziyormuş. Gözleri onun gibi sarı, teni onun gibi kırmızı, saçları onun gibi yeşilmiş. Bu kadar olur yani. Her şeyi tıpatıp onun gibiymiş. Yalnız, ondan bayağı büyükmüş.

Karaltı konuşmuş, “Heyyy! Cincik n’aber?”

Cincik adıyla seslenen benzerini önce yadırgamış ama sonra dayanamayıp, “İyiyim. De… Ne vardı?.. Ne istiyosun benden?” demiş şeker yüreciği korkuyla çarparak.

Karaltı, “Korkma. Ben de eskiden küçük bir cindim. İnanmıycaksın belki ama. Ben de çoook uzun yıllar önce aynı masaldaydım. Yalnız, ben farklı bir kitaptaydım. Hatta benim masalımın harfleri bile farklıydı. Neyse! Sonuç olarak ben de aynı senin gibiydim. Ve aynı senin gibi merakla dışarı fırlamıştım.”

Cincik, “Benim dışarı fırladığımı gördün mü ki?”

Cin, “Tabi ki… Sanki geçmişim canlandı gözümde. Aynen ben de senin gibi önce başımı kitaptan dışarı çıkarmış sonra merakla dışarı fırlamıştım. Ve gerçek dünyada kalmıştım. Ben de aynı senin gibi çok korkmuştum. Uzun süre kendime gelememiştim. Ama aradan upuzun yıllar geçti. Bu dünya hakkında çok şey öğrendim. Bu dünyaya, eh işte, alıştım. İstersen benim yanıma yerleşebilirsin. Bildiğim her şeyi sana anlatırım.”

Cincik şaşırmış, “Sen nerde kalıyosun? Başka bir masalda mı?”

Cin, “Hayır. Ben sarayda kalıyorum.”

Cincik, “Saray ne?”

Cin, “Nasıl anlatsam?.. Eskiden padişahların yaşadığı yer. Ama artık padişah yok. İstediğim gibi yaşıyorum sarayda ben de. İnsanlar zaten farkıma bile varmıyolar.”

“İyi o zaman! Evet, insanlar.” demiş Cincik “Evet. Yanında kalırım. Gene de… Gene de her şeyden çok korkuyorum ben yaaa.”

“Dikkatli olmalısın! Fakat korkmamalısın!” diye yanıtlamış Cin, “Çünkü korkmak işe yaramaz bi şey.”

Küçük cin, büyük cinin ne demek istediğini anlamaya çalışmış.

Derken Cin birden, “Püfff!” diye ortadan yok olmuş. Cincik korkmuş yalnız kalınca. Bir süre yalnız kalmış. Cin, “Pofff!” diye belirmiş tekrardan, “Eeee? Korkma dememiş miydim sana? Unuttun mu?” demiş

Cincik, “Yani korkma diyince korkulmasa ne güzel tabi. Ama korkuyosun işte normal olaraktan.” demiş.

Sonra Cin tekrar kaybolmuş. Cincik tekrar korkmuş. Bir süre sonra Cin tekrar belirmiş. Cin böyle böyle oynamış Cincik’le. Gel zaman git zaman Cincik gerçek dünyaya alışmaya başlamış.

Ve aslında, biraz sonra ne olacağını bilmediği ve aklına nedense hep kötü şeyler getirdiği için korktuğunu anlamış. Cin, Cincik ile korulukta, dere yatağında, köşklerde, sarayda ve hatta Boğaziçi’nin sırtlarında “Püffff! Poffff!” oyunu oynamış sürekli. Bu oyunla Cincik korkusunu yenmiş ve büyümüş.

Aradan yüzlerce ve yüzlerce yıl geçmiş. İki Cin aynı boya gelmişler. İkiz gibi birbirlerine benzemişler. Hatta Cincik, Cin’e gözünden kaçan şeyleri anlatmış. Öğretmeninin öğretmeni olmuş sankim biraz.

Yıldız Parkı’nda gene öyle dolaşıyorlarmış Bir de ne görsünler. Bir afacan elinde eski bir masal kitabı, hamağa uzanmış masal okuyor. Bu masal meğersem iki cinin içinden çıktığı masal değilmiymiş. İkisi de heyecanla hamağın başına gitmişler. Masala bakmışlar. Gözleri satırları izlemiş. Heyecanlanmışlar. İkisinin de şeker yüreğinden masala dönmek geçmiş. Sicim dudakları iyice incelmiş. Ama ister cin ol ister insan her varlık alıştığı, korkusuz yaşadığı yeri sever. Değil mi? Hele de sağlam bir dostun varsa. Hayat iyice güzelleşir. Bu yüzden, evet, masala dönmemişler. Ve gerçek dünyada yaşamaya karar vermişler. Gerçek dünyada korkusuz ve mutlu yaşamaya devam etmişler.

Gökten üç elma düşmüş. Biri masal okurken uyuklayan afacanın, biri Cinlerin, biri de bu masalı şeker gibi bir yürekle anlayanın başına.


4 yaratı:

kabakmeltemi dedi ki...

dünyanın korkusuzca ve dostla, dostlukla yaşanacak bir yer olması diliyorum...

bu arada bu masal bana "eğlenceli" gelmedi, 4 taneyi gördüm de... masalı şeker gibi bir yürekle anlayan biri değil miyim haa!

cüneyt uzunlar dedi ki...

Masallar olumlu biter kuralını bozmuyorum...

Olumsuzu zaten biliyoruz...

Eminim Sokrates için de konuşmak eğlenceliydi...

Belki öyle bir eğlencedir eğelenenlerinki...

Adsız dedi ki...

masallar. sallar. salıncak gibi sallamasalar da kendilerine özgü bir sallama yetileri vardır belki de. yavaştan yavaşa. tam da uykunun içine düşüverdirten.

"pof"lar "puf"lar var masallarda bolca. aklıma şey geldi salah birsel'in "paf ve puf" adlı kitabı. belki bir yerlerde-bu yer muhtemelen bir sahaf olmalı- ilginizi çeker salah birselin bir kitabı..

bugün gökteki elma sizin ve çokça sevdiklerinizin başına düşüversin : )

cüneyt uzunlar dedi ki...

"Dosttan bir elma geldi
Elma ne güzel elma
İçi turunç dışı turunç
Ne güzel elma..."